İSİMSİZ KAHRAMANLAR

ALİ TUĞRUL ÖZTÜRK


Adsız Kahramanlar

Hacı Çalık Ali Paşa, Merzifon'dan çıkan ikinci büyük sadrazamdır. Serdar-ı Ekrem sıfatıyla Avrupa içlerine sefere çıkar, birçok işi yoluna koyar. Görünen o ki bu korkusuz ve gayretli paşa hayırlı işlere ön ayak olacak, İmparatorluğu özlenen günlere taşıyacaktır.
Değerli sadrazam, çalıştırdığı insanlara da sahip çıkar. Hatta koca Padişahla karşı karşıya gelmeyi göze alacak kadar.
Bir ara Sultan, Başdefterdarı azletmesini ister ama bunu yapmaz. Böyle bir suç, mevkiinden olmasına, zindana düşmesine, hatta cellada yollanmasına sebep olabilir ama geri adım atmaz.
Padişah onu huzuruna çağırtıp sorar: "Biz bu defterdarı azletmeyi murad etmişiz. Üç kere müstakim bir bendeyi naspedesin diye hattışerif yolladık, fermanımızı niye duymazdan gelirsin!

Mührü iade edince...
-Defterdar ne cürm ile müttehem oldu ki (suçlandı ki) azli icab ede?
-Bilmez misin, Edirneliler ondan şikayette bulunurlar.
-Ahaliye yaranmak kolay mı? Hem defterdar kendi başına iş yapmaya muktedir olmayan bir hıdmetkarınızdır. Ortada bir suç varsa benden sorula!
Buraya kadar iyidir de, tutup mührü sultana uzatınca iş kopar. Padişah bu doğru sözlü paşayı takdir etmekle birlikte "sen bilirsin" der, "var biraz da taşrada oyalan!"
Ancak Devlet-i aliyye Çalık Ali Paşa gibi mevki kaygısı taşımayan dürüst insanlarla doludur. Nitekim Bozoklu Mustafa Paşa, Çalık Ali Paşa'ya saygısından dolayı kendisine yollanan Mührü Hümayunu kabul etmez, "tehlikeli" bir iş yapar.
Padişahın (2. Ahmed) hem hoşuna gider, hem de çok kızar. Bir yandan "ikisini de cezalandırmazsam eğer" diye efkarlanırken, sohbet arkadaşlarına "pes vallahi, devletimizin ne yaman adamları varmış" diye söz açar.
Aradan ne kadar zaman geçer bilemiyoruz, Sultan, Çalık Ali Paşayı çağırtır "N'apayım Paşa" der, "bu işi kendin eyledin. Şimdi söyle bana hangi vilayeti istersin, ihsanım ola!"
-Siz sağ olun yeter. Bize ihsan, mansıb gerekmez.
-Olmaz. Bir yer söyle diyorsam söyleyeceksin. Bak bu kez itiraz istemem.
-Öyleyse Mihalıç hassı olsun.
-Bu hasların derdi çok, geliri azdır.
-Böylesi sefer vakitlerinde kanaat gerektür Sultanım. Hazinenin akçaya olan ihtiyacı benden fazladır.
Padişah acı acı güler, böyle bir adama ne kadar ihtiyacı olduğunu düşünmeye başlar. Bir sene sonra, iki sene sonra... Neticede ne yapıp yapacak, onu tekrar Sedarete atayacaktır ama...
Çok geçmeden Paşanın vefatını işitir ve oturup içli içli ağlar...

Mürüvvet denilince... 


Bir ara Mısır Beylerbeyi Vezir Hasan Paşa'ya divandan bir emir gelir. O günlerde sürgün olan Kızlaraağası Yusuf Ağanın bütün malının mülkünün satılıp dersaadete yollanması istenir. Hasan Paşa bu noktalara Yusuf Ağanın himayesiyle gelmiştir ve velinimetini üzmekten çok çekinir. Araştırır soruşturur Yusuf Ağanın 900 yük akça kadar serveti olduğunu öğrenir. Hiç tereddüt etmeden kendi malını mülkünü satar ve 900 yük akçayı toparlayıp İstanbul'a yollar.
Dersaadetin olup bitenden haberi olur, usulsüz bir iş yaptığı için ona 150 yük akça ceza yazarlar. Hasan Paşa çok zorlanır ama istenilen bedeli de hazırlar. Yoksul kalsa da akçaları Asitaneye yollayıp rahatlar.
Padişah (4. Mehmed Han) vakayı işitince Hasan Paşayı İstanbul'a çağırtır. Vezirler paşalar "sen bittin aslanım" derler, "bu işi kesin zindan paklar!.."
Peki Sultan n'apsa beğenirsiniz?
Onu öz kızıyla (Hatice Sultanla) evlendirir, kendine damat yapar...

İrfan Özfatura

Kaynak:
http://www.e-tarih.org/makaleler.php?sayfa=makaledetay&makaleno=5575

Yorumlar

Popüler Yayınlar